ŞENER KÖKKAYA
Geçen gün Pendik Tiyatrosu’nun kurucu sanatçılarından Şener Kökkaya’yı kaybettik. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun en simge oyunlarında o vardı. Bazı oyuncularda kendilerine has bir karizma vardır. Şener Kökkaya’da da o büyüleyici özellik vardı. O ve arkadaşları tiyatro mücadelelerini her türlü olumsuzluğa karşın sürdürürler. Umutlarını hiçbir zaman kaybetmezler. Onlar hep tiyatro sanatının yılmaz savaşçılarıdır. Tiyatro onlar için bir yaşama biçimidir.
1967'de Pendik'te bir tiyatro kurulur. Parasızlık, ekonomik sıkıntılar, toplumsal gerginliğin insanları yıprattığı yıllardır. Tiyatronun kurucuları ve oyuncuları arasında, sonraları, sahnelerden, televizyon ekranlarından ve sinemadan tanıyacağımız birçok isim vardır.Bunlar:
Orhan İyiler, Şener Kökkaya, Ajlan Aytuğ, Taner Yegin, Dilek İyiler, Kemal Sunal, Bülent Kayabaş, Abdulkadir Talun ve Murat Altay.
Bülent Kayabaş anılarında o dönemi şöyle anlatır:
" Pendik Tiyatrosu" adlı bir girişimde bulunmuştuk genç arkadaşlarla beraber. 1967'de, Kemal'le ilk kez orada tanışıp samimi olduk.
Paramız yoktu beş kuruşsuz dönemlerimizdi. Geceleri yemek yedikten sonra, parasızlıktan çay bahçesine filan da gidemiyoruz. Sabahı bekliyoruz fırınlar açılsın diye. Fırından ekmek alıyoruz. O zamanlar ortalık o kadar sakin ki; manav domatesini biberini yerinde bırakıp gidiyor geceleri. Biz de o domateslerden alıp tuza banarak yiyoruz. Öyle geçiyor günler. Provalar oldu, oyunlar başladı derken biz hâlâ, devamlı domates alıyoruz aynı tezgâhtan; ama bayağı alıyoruz yani. "Alıyoruz" dediğim, düpedüz çalıyoruz! Yıllar sonra o Kemal Sunal, ben Bülent Kayabaş olduktan sonra, bu anıyı anlattık birbirimize. Çok güldük, hüzünlendik, derken düştük Kemal'le Pendik yollarına, domateslerini çaldığımız o adamı bulmaya. Bulduk da. Tabii bu arada bayağı ünlü olmuşuz artık.
"Vaaay!" dedi adam, "Ne arıyorsunuz siz burada?"
"Yahu Mehmet Amca" dedik, "Biz böyle böyle, aşağı yukarı iki günde bir senin kasalarından domatesleri çalar, tuza banar yerdik."
Adam durdu durdu, bir ağlamaya başladı ki sorma. "Ne oldu amca?" dedik. "Siz," dedi. "nasıl bana söylemezsiniz? Siz bana neden gelmezsiniz? Ben size ne domatesi, her gün yemek verirdim!" diye ağlıyor. Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor.
O zamanki insanların değeri, havanın, suyun, deniz kenarının tadı, her şey bir başkaydı. Beş kuruşsuz da olsak, başka hiçbir sorun aklımızda yer etmezdi o dönemlerde. (B.Kayabaş/2016)
"Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor."
Belki de bu sıralar hepimizin en çok buna ihtiyacı var. Bizimle ağlayacak insanlara... Etrafımız o kadar kalabalık ki, gözyaşımızı silecek kimse yok.
Ajlan Aytuğ'u kaybettik.
Orhan İyiler'i kaybettik.
Kemal Sunal'ı ve Bülent Kayabaşı'da kaybettik.
En son, Şener Kökkaya da aramızdan ayrıldı.
Hayatlarının çoğunu sıkıntı ve yoklu içinde geçiren, parklarda cansız bedenleri bulunan ve huzur evlerinde tek başlarına ölen insanlarımız...
Sanatçılarımız, edebiyatçılarımız, komşularımız, mahalle arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, abiler, ablalar, teyzeler, amcalar. Bir masal kitabının son paragrafını da okumuş gibiyiz. Bir yanımız hep hüzün. Çünkü biz bu zamanın basitliğinde ve kabalığında nefes alamaz hale geldik.
Comments