12 Haziran 1943’te Eskişehir’de doğan Sezer, okula başlamadan okuma yazma öğrenir. Bu nedenle 7 yaşında, ilkokul üçüncü sınıftadır. 1943 yılında, 1959’da maddi imkânsızlıklar nedeniyle İstanbul Kız Lisesi’nin ikinci sınıfından ayrılarak Haliç’teki Taşkızak Tersanesi’nde vasıfsız işçi olarak çalışmaya başlar. Bu tecrübeleri onun, çok erken bir dönemde örgütlü olarak işçi mücadelesinin içinde yer almasını sağlar. Bu nedenle Sennur Sezer’in şiirini dünya görüşünden ayrı düşünmemek gerekir.1967’de yazar Adnan Özyalçıner’le evlenen Sezer, politik kimliğini elden bırakmadan yayınladığı şiir kitapları, yazıları ve basın emekçiliğiyle Türkiye’nin sorumluluk sahibi aydınları arasında en ön saflarda yer alır.
Sennur Sezer’in şiirinin, halk deyişiyle özü sözü birdir. Sevincini, acısını, umudunu, kavgasını yazdığı emekçi insanla yakın bir dili konuşur. Diyalektik bir yaklaşım ile halk şiirine yakın bir anlatım dili kullanır. Toplumcu gerçekçi şiir anlayışının temelinde yatan anlaşılabilirdik
İsteği Sennur Sezer’in şiirlerinde yalın bir dil kullanmasını, toplumsal konulara eğilirken somut imge anlayışından beslenmesini sağlamıştır. Köylüleri, işçileri ve gecekondu hayatını konu edinirken yoksulların duygu
dünyasını yansıtmaya çalışır. Toplumsal bir sorun olarak kadın meselesi,
Sennur Sezer’in ideolojik görüşüyle iç içe genişler şiirlerinde. Sennur Sezer, vefat etmeden önceki son röportajlarından birinde bu durumu şöyle
anlatıyordu: “Annem çok erken babasız kaldığı için evde çalışma iş olayı da var. Kadın emeği o yüzden dikkatimi çekti. Bizim cumhuriyet ile ilgili bilmediğimiz küçük bir ayrıntı da dikkatimi çekti. Cumhuriyetin ilk yıllarında Eytam yani Yetimler Bankası diye bir banka varmış. Kadınların da herhalde yaşına ya da durumlarına göre çocuklarına vasilik hakkı
yokmuş. Ki neden bilmiyorum, benim annemin, dayımın vasisi banka olmuş. Banka vasisi olunca maaşı da vermiyor. Böylece onlar da yaşlarını
büyüterek maaşlarını almışlar. Bu maaşla çorap makinası almışlar ve evde parça başı çorap yapmışlar. Teyzem de doğrudan gidip çalışmış. Kadınların Reji denen tütün fabrikalarında çalışma hikâyelerini, o zamanlar dilberler
denen büyük kotaj fabrikalarının hikâyelerini dinleyerek büyüdüm. Evlendikten sonra da eşimin halasından Birinci dünya savaşında elinden dikiş gelen kadınların dikim evlerine götürülme hikâyelerini dinledim. Bu hikâyede gece kadınların sokağa çıkmaları alışılmış bir şey olmadığı için askerler evlerinden alıp evlerine bırakıyormuş. Benim kayınvalidem de
bu kadınların arasındaymış. Onu kumaş biçme işine vermişler. Yaptıkları bir iş karşılığında ilk defa oradan para almışlar. Zaten kocası genç
yaşta Çanakkale’de ölmüş. Sonrasında kendi kayınvalidesi de onunla beraber götürülmeye başlanmış. Düşünün, gencecik yaşında bir iş
karşılığı para alıyor. Birinci Dünya Savaşı bu bakımdan çok önemlidir.”
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde ve Çağdaş Türk şiirinde de birçok şair “su” imgesine sıklıkla başvurur. Sennur Sezer, ilk kitabından son kitabına
dek “su” imgesine şiirlerinde yer verir. Kimi zaman suyu gerçek anlamıyla kimi zaman değişimin kendisi olarak kullanır. Toplumcu gerçekçi sanat
anlayışına sahip olan Sezer, “su” imgesine şiirlerinde bu çerçevede yer vermesinin yanı sıra yer yer felsefi boyutlarda da anlam kazanmasını
sağlar. Şiirlerinde sözünü etmekten vazgeçmediği; emeği, barışı, sevgiyi, özgürlüğü su ile anlatır.
7 Ekim 2015’te kaybettiğimiz şair, yazar Sennur Sezer, aynı zamanda 1970’lerde yazmış olduğu sergi eleştirileriyle de politik mücadele içinde sanatın konumlanabileceğini gösteren bir tavır sergilemişti.
Sennur Sezer yaşıyor; bazen bir fabrikaların önünde, bazen kadınların hak arama mücadelesinde çıkıyor karşımıza…
“Ekmek, tuz, kitap ve şekere saygı
Saygı, halkın gücüne ve hünerine
Önce ekmeğe saygım:
Tarlaya ve tohuma
Dökülen tere, değirmene
Unu kepekten ayıran eleğin aklına
Mayanın unu çoğaltan gücüne
Önce ekmeğe saygım
Emeğe!”
コメント